17 Haziran 2009 Çarşamba

'bu kadın benim kahramanım!' serisi, numero 1: Suat Derviş - Baş eğmeyen kadın


tanışmamızın ardından bakalım neler yazmışım, bir vakitler...


Baş eğmeyen kadın...


Yaşamdan keyif almayı, mücadeleyi ve umut etmeyi bilmek... Üstelik bunları yaşamın son dakikalarına kadar hem bizzat yaşayarak, hem çevredekilere hissettirerek, bolca da sözcüklere dökerek gerçekleştirmek. Hakkında yazılanları okuyan hemcinslerinin içinde kıpırdanmalara neden olacak bir yaşam bırakmak ardında. Ve kendine yakışan çeşitli sıfatlarla anılmak: Efsane, baş eğmeyen, öncü kadın... Bahse konu olan, 1901'in İstanbul'unda gözlerini dünyaya açan, döneminin ve ülkesinin sınırlarını aşaran bir kadın: Suat Derviş. Osmanlı'nın son yıllarından 1970'lere uzanan yaşamında bıraktığı izlerin en hatırda kalanı, otuza yakın roman ve çok sayıda hikâye, çeviri ve eleştiri yazısı arasında en öne çıkanı, beyazperde de iki ayrı versiyonu bulunan Fosforlu Cevriye. Ancak Suat Derviş, yalnızca Fosforlu Cevriye ve edebiyat çevrelerinde dikkat çeken diğer eserleri yaratan kadın değil, Türkiye'nin sol mücadele tarihinde de öne çıkan kadın karakterlerden biri. Suat Derviş'i bize tekrar hatırlatan, Liz Behmoaras'ın kaleminden çıkan Suat Derviş-Efsane Bir Kadın ve Dönemi adlı kitap oldu. 

Behmoaras'ın akıcı ve lezzetli anlatımı, okuyucuyu, Osmanlı'nın son, Cumhuriyetin ilk yıllarının önde gelen kadın gazetecilerinden, 30'lardan itibaren ise faal bir solcu, aynı zamanda da üretken bir romancı olan Derviş'in yaşadığı dönemlerin ve mekânların içine çekiyor. Suat Derviş'in çocukluk ve ilkgençlik yılları, batılı değerleri sindirmiş, kızlarını eğitim ve sosyal yaşamdan mahrum etmeye hiç niyetli olmayan bir ailenin ferdi olarak geçer. Evde alınan temel bilimler, Fransızca, Almanca, edebiyat, müzik eğitimini 1914'e gelindiğinde Kadıköy Numune Rüştiyesi'nde sürdürür. Birinci Dünya Savaşı'nın son dönemlerinde Suat Derviş ilkgençlik yıllarını sürmekte, vaktinin büyük kısmını yakın arkadaşı Nâzım Hikmet'le geçirmektedir. Nazım Hikmet'in, Suat Derviş'e ithaf ettiği şiiri de (Gölgesi) dikkate alan Behmoaras'a göre bir gençlik aşkıdır aynı zamanda aralarındaki...

İki gencin dostluğu sonraki yıllarda da kopmayacak, Türkiye Komünist Partisi (TKP) bünyesindeki çalışmalarda bir arada olacaklardır. Nâzım Hikmet'in, şiirinde 'başı eğilmez' diye tanımladığı kadına yaptığı küçük bir sürpriz, Suat Derviş için bir ilke de neden olacaktı. Nâzım Hikmet, 1920 yılında, Suat Derviş'in 'Hezeyan' adlı şiirini arkadaşından habersiz olarak Alemdar gazetesine verir. Şiir yayımlanır. Suat Derviş'in kısa bir süre önce de müstear isimle, İleri gazetesinde bir makalesi yer almıştır ancak Babıali'ye girişi Nâzım Hikmet'in yayımlanmasına sebep olduğu şiirin açtığı yoldan olur. Suat Derviş böylece coşkusu, yazma ve üretme azmiyle, daha çok erkek adımlarına alışık olan Babıali yokuşunun gediklilerinden biri olur. Yazın yaşamının ilk ürünleri İleri, Alemdar, Ümid ve İkdam gazetelerinde yer alır. Derviş gazeteciliği ve romancılığı uzun yıllar bir arada götürür. Behmoaras'ın aktardığına göre sorulduğunda, gazeteciliğin kendisini hayatın gerçekçiliğiyle yüz yüze getirerek, romancılığını beslediğini söyler. Bir yandan da sık aralıklarla romanları basılır. Kara Kitap, Hiç Biri, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi, Fatma'nın Günahı ilk sırayı alan romanlarıdır. 

Derviş'in 1930'lara kadar yazdıkları kendi yaşamından izler taşıyan, toplumsal yaşamı kadın kahramanlar üzerinden anlatan, bireysel acılara, aşklara yer veren eserlerken, 1930'ların ikinci yarısından sonraki çalışmalarında 'toplumcu gerçekçi' bir çizgiye yaklaşarak sınıfsal meselelere, düzenin problemlerine, adaletsizliklere eğilmeye başlar. Siyasi görüşlerinde dönüm noktası olarak tanımlanabilecek ilk Sovyetler Birliği gezisi de bu döneme rastlar. 1937'de Tan gazetesi için gittiği Sovyetler Birliği'nden dönüşte yayımladığı röportaj dizisi Derviş'in 'kıpkızıl komünist' olarak damgalanmasına ve gazeteden ayrılmak zorunda kalmasına neden olur. 1944'te yazdığı 'Neden Sovyetler Birliği'nin Dostuyum?' adlı incelemesi ise Derviş'in uzun yıllar gazeteci olarak iş bulmakta zorlanmasına neden olacaktır. O zamana kadar Babıali'nin başarılı muhabirlerinden biri olan, kısa süren üç ayrı evlilik deviren Derviş'in yaşamından 1940'larla birlikte, son yıllarına kadar sürecek siyasi mücadele dönemi başlar.

Son anlarına kadar yanından ayrılmadığı eşi, son aşkı, TKP'nin teşkilat sekreteri Reşat Fuat Baraner'le parti çevresinde çıkardıkları yayınlarla, sanat ve edebiyat çevresinden dostların da katkısıyla (Rasih Nuri İleri, Hasan İzzettin Dinamo, Neriman Hikmet, Arif ve Abidin Dino kardeşler, Mihri Belli) yürütülen siyasi mücadele sürdürülür. Dönemin aydınları komünist avlarından nasiplerini alırken, eşi Reşat Fuat Baraner'in payına düşen de iki ayrı tevkifat sonucunda 1961'e kadar hapis yatmak olacaktır. Kocasıyla birlikte tutuklanan Derviş, kardeşi Ruhi Dervişoğlu'nun eşi Neriman Dervişoğlu'na göre bir süre göz altında tutulur. Çiftin yakın dostu Rasih Nuri İleri'ye göreyse sekiz aylık bir tutuklama döneminin ardından serbest bırakılır. Reşat Fuat Baraner'in 'içerdeki' yılları için Suat Derviş açısından önce sıkıntılı sonrasındaysa üretken bir dönem denebilir. Sol görüşleri nedeniyle gazeteci olarak iş bulamayan Derviş'in, bu yıllarda en çok ses getiren romanlarından Fosforlu Cevriye başta olmak üzere, çok sayıda romanı (Biz Üç Kardeşiz, Kendine Tapan Kadın, Zeynep İçin, Çılgın Gibi) gazetelerde tefrika edilir. Bu dönem içinde yıldızının asıl parladığı ara ise ablası Hamiyet'le birlikte bir süre kaldıkları Paris'te, edebiyat çevrelerine sağlam bir giriş yapması olur. İki kız kardeş, Fransız Komünist Partisi'yle olan ilişkileri aracılığıyla Fransa'da ilerici sol entelektüel ortama girer. Derviş'in imzası Europe dergisinde Maksim Gorki, Virginia Woolf, Aragon gibi isimlerle yan yana yer alır, Fransızca, Bulgarca ve Rusçaya çevrilen romanlarınaysa (Zeynep İçin/Le Prisonnier d'Ankara ve Çılgın Gibi/Les Ombres du Yali) methiyeler dizilir. Suat Derviş, ömrünü 23 Temmuz 1972 'de tamamladı. Hakkındaki incelemeler ve kadın meselesi hakkında yazdıkları onu tam olarak bir feminist olarak tanımlamaktan uzak olsa da yaşamına göz atacak her kadının içinde, yazının başında sözü geçen kıpırdanmaları hissettireceği rahatça söylenebilir. Bu efsane kadının yazı makinesi başında, gazete ve dergi bürolarında ya da koyu sohbetlerde geçen uykusuz ama verimli gecelerine tanıklık ederken, yazının ve mücadelenin kadına nasıl da yakıştığını hissetmemek elde değil. Gönül ister ki, Suat Derviş'in tutkulu yaşamını usta ellerden çıkacak bir çalışmayla, beyazperdede izlemek mümkün olsun... /B.Ç.


SUAT DERVİŞ Efsane Bir Kadın ve Dönemi Liz Behmoaras, Remzi Kitabevi, 2008, 328 sayfa, 15 YTL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder