22 Haziran 2010 Salı

Olamadık Nişantaşı kızı!






Nişantaşı'nı pek bilmem, eciş bücüş sokaklarına da bayılmam. Moda, Çengelköy ve dahi Cihangir'i bile tek geçerim de Nişantaşı'na isminin nostaljisinden gayrı sempati beslemem, besleyemem. Ferah Maçka caddeleri, belki... Beşiktaş'a yanaşan Teşvikiye - Topağacı'na da laf söyletmem. Ama bir zamanlar krema kıvamındaki apartmanların dizildiği güzelim 'Nişantaş'ı nasıl severim, sokaklarından şöyle bir kendinden emin yürüyemedikçe...


Bende mi yamukluk bilmiyorum ama şöyle bir hadise geçti başımdan geçen hafta. Kırk yılda bir yaşanacak özel bir gün vesilesiyle, pek de ayıla bayıla olmadan düşüp yollara o mağaza senin, bu dev alışveriş merkezi benim, o bıdık butik de benim falan diye kapıları aşındırmaya başladım. Elimden gelmiyor ki dikivereyim, ah benim beceriksiz ellerim... Neyse efendim, saldım kendimi Rumeli Caddesi'nden aşağı, sağlı sollu pullu payetli parlak yeşillerden, morlardan, 'Gece mavisiyim ulen bennn' diye bağıran mavilerden, 'tuvalettt tuvalettt' diye çığıran kırmızılardan kaça kaça uzaklaştım, içinde anadilin en doğalından Arapça olduğu dükkanlardan. Valikonağı'na yaklaştıkça Nişantaşı daha bir Nişantaşı oluyordu. Dirsek hizasında taşınan çantalar, fönlü sarı saçlar, bolca fondoten, kıvıra kıvıra konuşan parlak dudakların arasında; kimbilir hangi pasajdan alınmış süklüm püklüm siyah penye elbisem, bilgisayar yorgunu sırtım, uykusuzluktan pörtlemiş gözlerimle ben, sokaklarda batmadım göze. Yok. Batmam için nam-ı almış yürümüş mağazalarına girmem gerekti. Pek nezih yerli markalarımızdan Roman'ın Nişantaşı mağazasında, belki şu ailenin pek önem atfettiği özel güne uygun sempatik birkaç parça kumaş bulurum diye bulunuyordum zaten. Aslında neyi anlatacağım ki, mağaza görevlilerinin görüş alanına giremedik bir türlü. Umutsuz bir Beşiktaş kadını olarak, internette görüp de "Şunu alsam da bu eziyet bitse" diye düşündüğüm modelin mağazada olup olmadığını bile öğrenmek kolay olmadı, ortalıkta dolanan bol miktarda satış görevlisine rağmen. Arkamdan içeri giren 'küçük Bihter'lere "Aman efendim, paşam efendim, aman da nasıl da zayıflamışsınız efendim"li girizgahlar yapan, kim bilir benim gibi sırt ağrısı, uykusuzluk, yorgunluk gibi mesai arazlarından muzdarip hemcinslerim, benim düşen yüzümü, zavallı denemelerimi pek fark etmedi. İçimden "N'olur buradan bir şey beğenmeyeyim de almayayım" diye kendi kendime içlenmem de çocukcaydı belki ama yine de oradan birşey alsaydım içimde kalacaktı muhtemelen.


Olmadı, 'Nişantaşı kızı' olamadık! Bihter'lere, Firdevs Hanım'lara toslamamaya dikkat ederek yavaşşşca indim yokuşu, Maçka'dan Akaretler'e, eskilerin yerini Al-Jamal'lara, W'lara bıraktığı ışıltılı caddeye oradan da hemencecik börekçinin önündeki otobüs durağından kıvrılıp, Beşiktaş Çarşı'ya doğru...

1 yorum: