18 Nisan 2010 Pazar

'Özgür olmak istiyorum!' - Korkoro






Muhteşem görüntüler, baş döndürücü kamera hareketleri, bir Çingene aileyi kendine aile olarak seçen, vicdanın vücut bulmuş hali, bir küçük çocuk, 20 kişilik Çingene ailesini kurtarmayı, ne pahasına olursa olsun becermek isteyen, vicdanın ve insan olmanın iki vücudu daha...

Taloche'nin toprakla, yaprakla, yağmurlar, çalı çırpıyla bir olan özel dünyasına dalabilmeyi başarmak bile başlı başına bir serüven.
Gerisi? Çingeneler'i kötü, habis, uğursuz belleyen köylüler, daha da fenası bu gezgin halkın en birinci özgürlüğünü, gezginliğini bürokrasiye (kartlar ve damgalar) bağlayan sonra da yollara düşmelerini engelleyen yasalar çıkaran 1940'ların Fransası'sı. Bitmedi, en fenası Yahudiler'in yanısıra eşcinseller ve Çingeneler'e de bir dizi fenalığı uygun gören Nazi Almanya'sı...

Tony Gatlif'in son şahikası Korkoro'yu (Özgürlük) geçtiğimiz hafta gördüm, Film Festivali'nde. Sinepop'ta.
Gatlif anımsatıyor: Çingeneler ırkçılık ve faşizmle ilk olarak 1910'larda karşılaşıyor. Tüm Avrupa’da ‘antropometrik kimlik kartları’yla dolaşmak zorunda kalıyorlar. Göçebeliği yasaklayan Vichy yasaları ardından da İkinci Dünya Savaşı ve artan baskılar geliyor. Çingeneler'i anlatmasına doyamadığımız Gatlif, yirminci yüzyılın ilk 50 yılını Roman tarihinin en kara dönemi olarak tanımlıyor. Filmde 'kapatılma' tehlikesiyle yaşayan, bir kampa hapsedildiklerinde Çingene halkından yüzlerce aileyle birlikte gördüğümüz Taloche ve ailesinin 'gerçeğinin' yolu bir Nazi toplama kampında sona ermiş...

Korkoro, Çingeneler'in özgürlük, yaşam, nefes alma anlayışını, inancını öyle pürüzsüz bir şekilde nüfuz ettiriyor ki içimize... En çok 'Özgür olmak istiyorum' diye ağıt yakarcasına, Fransız hükümetince kapatıldıkları kampta bağıran Çingene'nin sesi çınlıyor kulaklarımda. Bir de filmin başta Les Bohemians olmak üzere şahane müzikleri...
Sinepop'tan çıktığımda ve hatta daha filmi izlerken, Ayşegül Devecioğlu'nun Ağlayan Dağ Susan Nehir'i düştü aklıma sık sık... Geçen yaz okumuştum, Çıralı'da portakal ağaçlarının kapladığı bir şirin bahçede. Fosforladığım cümleleri buldum, Sinenop'tan eve döner dönmez:


"Yol yorgunudur Çingeneler. Yerleşikliğin imkansız olduğunu bilir, yerleşik hayatı kekeleyerek yaşarlar."


"Tanrıların korktuğu bu çocuklar gerçekten kara topraktan yaratılmıştı. Ateş hırsızından bu yana tanrıları bir tek onlae şaşırtmıştı. Evlerden, eşyalardan, mülklerden, bayraklardan, kitaplardan, banka hesaplarından, inceden inceye hesaplanan güvenli gelecek düşlerinden çatılmış dünyayı çıplak ayaklarının altında çiğniyorlardı; bacası tüten, güneşi parlayan çocuk resimleri gibi acemice çiziştirilmiş hayalleri buruşturup atıyor,ne cennetle ödüllendirilebiliyor, ne cehennemle korkutulabiliyorlardı. Anı doludizgin yaşıyor; isteklerini ve umutlarını o anın avuçlarına teslim ediyorlardı; çıplaktılar, umutsuzdular, inatçıydılar. Baş eğmiyor, ele avuca sığmıyorlardı; geleceğe inanmadıklarından tanrılara ihtiyaçları yoktu, şimdiki zamanda savrulan hayatları kaderin ta kendisiydi."


Ne yazık ki Ayşegül Devecioğlu kadar güzel kelimelerim yok; dünyanın her bir noktacığını toprağı, yurdu bilmiş bu güzel halk için. Vapurdan çıkarken ayağında pembe 'kız' çorapları, arkasından gelen abilerinin çaldığı darbukanın ritmine uygun adım oynayan, göbek atan küçük kara oğlanın yanından geçerken nasıl da güzel güzel gülmeye başlayıp, koca koca mutluluk nefesleri aldığımı söyleyebilirim belki...
Velhasıl-ı kelam, Korkoro'yu görün, üzüleceksiniz ama özgürlüğün manasını bir tutam daha hissedeceksiniz belki de...