25 Eylül 2009 Cuma

Sızdığım setler - 2 ('Sevdaya Durmak')



Dumanı üstünde yazının...

RİZE - Doğu Karadeniz'in yöre halkının deyişiyle 'duman inmiş' dağları, ince yağmuru ve yoğun yeşilleri canlısından önce, bizi Trabzon'a ulaştıracak uçakta karıştırdığımız dergide çıkıyor karşımıza. Fotoğraflar ve 'görülecekler-tadılacaklar' yazısı tam da istikametimizi işaret ediyor: Ayder Yaylası, Rize... Ayın dosyalarından biriyle rotamızın kesişmiş olması hoşumuza gidiyor, ama bizim 'görülecekler' listemizin başında bir film seti var: 'Sevdaya Durmak'...
Doğu Karadeniz'i mekân edinmiş Türk filmleri kervanına katılan 'Sevdaya Durmak' ekibinin bir günlük ziyaretçisiyiz... Ama önce Trabzon'dan çıkıp Rize, Çamlıhemşin'e ulaşmamız lazım. Trabzon-Rize hattında bize eşlik eden rehber, az önce dergide değil miydi? Sahil otoyolundan kayarcasına gidiyoruz, kulağımızdaysa rehberimizin "Eskiden evimin önünden denize girerdim, şimdi 15 km yol gidiyorum. Eskiden her yerden denize girilirdi, şimdi beş plaj kaldı..." sözleri...

Ev sahibimiz; yönetmen Yusuf Kurçenli ve azimli ekibi. Kurçenli, hem senarist ve yönetmen olarak hem de bizzat memleketinde bulunarak iki kere ev sahibi. 2003'te Türkan Şoray'lı, Kadir İnanır'lı 'Gönderilmemiş Mektuplar' ile izleyicisini selamlayan Kurçenli, kendisinden beklendiği üzere 'bir Karadeniz öyküsü' anlatmaya koyularak kendi deyişiyle 'ilk filmini' çekiyor. Heybesinde bol ödüllü çok sayıda filmi olsa da 'Sevdaya Durmak'ı neden ilk film saydığını çocukluğuna da bağlayarak anlatıyor: "Memleketim Çayeli'ne son on yıldır daha çok gidiyorum. Çocukluğumda etrafımız peri masallarıyla doluydu. Bu film, geçmişime dair duyduklarım ve yeniden düşünmeye başladıklarımla ilgili bir proje. Bu geçmişe kulak vermek, o kültüre teslim olup böyle bir serüvene girerek oldu."
'Sevdaya Durmak', adının da fısıldadığı gibi bir aşk masalı... 1800'lerin Çamlıhemşin'inde geçiyor. Yörede sıkça yaşanan, dönemin koşullarından dolayı gerçek dinlerini saklayıp Müslüman gibi yaşamak zorunda kalanlardan 'gizli Hıristiyan' Mustafa ve Müslüman Esma'nın aşkı, anlatılan. Ne zaman ki Osmanlı iki ayrı tebaya eşit haklar verir, kilise de cemaatinden artık kendilerini gizlememelerini ister. Öte yandan yasalar ne derse desin, 170 yıl sonra hâlâ olabildiği gibi 'aileler ve konu-komşunun' kabul etmeyeceği bir durumdur; Hıristiyan erkekle, Müslüman kızın birlikteliği... Mustafa, Esma'yı alıp kaçmaya karar verir ki, dedesi 'Hacı Süleyman' ölür. Cemaat namaza durmuşken babaanne gerçeği çıkarır içinden; "Durun! Kocam Yuhannes adıyla vaftiz edilmiştir, Hıristiyan'dır!" İki gencin önünde artık hem bu gerçek, hem de Esma'ya tutkuyla bağlı olan başka bir genç, Mehmet engeli vardır...Yapımcı Nesteren Davutoğlu, "Filmimiz aşktan yana" diyor: "Sevdaya Durmak hem batılı hem doğulu, evrensel ve yine Karadenizli. Bizim kurduğumuz bir masal..."
Başroller üç genç oyuncuya emanet: İlk sinema filmi (Babam ve Oğlum'daki küçük rolünü saymazsak) deneyimini yaşayan Tuba Büyüküstün, oyunculuk eğitimini ve kariyerini İrlanda'da yapan Kenan Ece ve dizilerden aşina olduğumuz Hakan Eratik. Esma, Mustafa ve Mehmet... Filmin Yakup'u Hakan Karahan'a göre, onlara eşlik eden bir as oyuncu daha var ki en kaprislileri de o; 'Ayder Yaylası'... Çekimlerde aksama olursa, biliyoruz ki müsebbibi dördüncü başrol Ayder'in o gün çalışmayı seçmeyip, kendini yağmura bırakmasıdır... Yaylada çekilecek 'vali karşılama' sahnesi de yağmur engeline takılınca, Çamlıhemşin'e bağlı 'Yukarı Vice' (Yukarı Çamlıca) mahallesine, Reyhan ailesinin, dağların arasındaki 120 yıllık konağına yollanıyoruz. Burası, Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'nin üçüncü filmi Bal'a da mekân olan bölge.

Ekip seti hazırlayadursun, Ayla Algan'a, Mustafa'nın Pontuslu büyükannesine rastlıyoruz. Hikâyeyi çok sevmiş Algan, baba tarafından Giritli olduğu için Pontus Rumcasıyla ağıt yakmakta da pek zorlanmamış. "Bunların en yaşlısıyım, buranın genetik kültürüyüm" diyor.
İçeriden yükselen kemençe sesiyle, içeride horona durmuş ekibi seyre dalıyoruz. Kemençede Karadenizli genç müzisyen Selçuk Balcı, yanında Karadenizli müzikolog Ayşenur Kolivar... Filmin müziklerini Kalan Müzik ve kompozitör Ayşe Önder ile birlikte hazırlayan Kolivar eşliğinde oyuncular da başlıyor: "Başımdaki çemberin, dalı var çiçeği yok. Benim deli gönlümün, senden geçeceği yok..."

Esma rolündeki Tuba Büyüküstün ve Mustafa'yı oynayan Kenan Ece birbirlerini süze süze devam ediyor dansa, ancak horonda gençlere katılmak durumunda kalan Mehmet'in de aklı Esma'da. Kapı ağzında bekleyenler olarak kendimizi türküye kapılmış ve alkışlarla eşlik ederken buluyoruz... Sırada 'bıçak dansı' sahnesi var. Görüntü yönetmeni Colin Mounier'den onay geliyor, küçük odada Mehmet ve Mustafa bıçak dansına başlıyor. Her ne kadar geleneksel bir gösteri olsa da, birbirinden pek de haz etmeyen iki gencin gövde gösterisine tanık oluyoruz. Sahnenin sonuyla birlikte gün de akşama yaklaşıyor, ekibi Çamlıhemşin'in dumanlı serinliğine emanet edip dönüş yoluna koyuluyoruz... (B.Ç. - Foto: M. Akgün)















Sızdığım setler - 1 ('Ada' filmi)

Bildiğimiz set işte... Film ya da sevdiysem dizi setlerinden klavyeme takılanlar. (Yandaki fotodaki korkunç insan caaanım arkadaşım B.)









'Önemli olan insanın kendini zombi hissetmesi'

'Tebrikler! Zombi olmaya hak kazandınız...' Çekimleri pazartesi gecesi tamamlanan ilk yerli zombi filmimiz Ada'da 'figüran zombi' olmak için başvuran 550 kişiden 90'ının posta kutusuna 'Yaşayan Ölü'den gelen mesajın ilk cümlesiydi bu... Zombi adaylarından biriydim, çekim tarihlerini ve uyarıları (Üstünüz başınız kirlenebilir, çekimler gece yapılacaktır, vücudunuza sağlığa zararlı olmayan boyalar sürülecektir vs.) hatmedip söz verdiğim tarihlerde Büyükada'daydım. Diğer zombilerin arasında...

Sanat yönetmeninin uzattığı, itinayla yırtılıp hırpalanmış, 'kana' bulanmış kıyafetleri giyip, kayıt cihazım elimde 'türdeşlerimin' arasına karışıyorum. Memleketin ilk zombi filmine silüet olarak dahi olsa tuz serpme hevesi bir yana, yönetmenler Talip Ertürk ve Murat Emir Eren'den dinlediğim, zombi olmak için yanıp tutuşan, İstanbul'dan, İstanbul dışından yola dökülüp gelen zombisever kitleyle konuşmak istiyorum. Onlar makyaj sırasındayken, karşıma ilk çıkan İlyas Ay oluyor. 17 yaşında, lise öğrencisi. Perpa İş Merkezi'nde çalışıyor. 'Figüran zombi aranıyor' konulu haberleri görür görmez facebook'taki gruba başvurusunu yapmış. "Zombilerin Şafağı'nı falan izlemiştim ama oradaki zombiler bizim gibi değil, onlar biraz daha aptal zombilerdi. Biz öfkeliyiz, hedefe doğru kilitleniyoruz" diyor, Ay. Setteki ikinci seferi, ilk gece karanlıkta makyajı tamamlanmış olan ön plandaki zombi oyuncuları görünce hafiften korktuğunu söylüyor.
Büyükada'da, orman kampındaki sette zombi figüranların peşinde dolanmaya devam ediyorum, gözüm iskelede toplanırken elinde tekerlekli bavulu, ince bir sesle, "Afedersiniz, orada bavulumu koyacak bir yer var mıdır acaba?" diye soran genç kızda. İsmi Emine, onu bavuluyla görünce, kafamdan hızlıca 70'lerin 'artiz' olmak için evinden kaçmış genç kız havası esip geçmedi değil. Neyse ki durum başka; 20 yaşında ve ODTÜ'de mimarlık öğrencisi, Emine Özgür.
Yönetmenler Eren ve Ertürk'ün televizyon röportajını sonra da Facebook'taki 'zombi olmak istiyorum' temalı grubu görünce içi kıpırdanmaya başlamış. Ailesine durumu anlatamadan, ekipten "Kabul edildiniz" yanıtı gelince hemen, "Tamam geliyorum!" demiş, "Gerekirse kaçar, habersiz giderim" diye geçirerek içinden. Aile biraz endişe yapsa da onayı vermiş ve işte bavulu kostüm salonunda, kendisi zombi kostümleri içinde dışarıda rolünü bekliyor...
28 yaşındaki grafik tasarımcısı Murat Özkan ve 21'indeki işletme öğrencisi Soner Yıldırım, kendilerini bildiklerinden beri zombi filmleri izlediklerini anlatıyor. İkilinin katkı sunduğu bir de site var; 'korkusitesi.com'. Özkan "Yedi yaşımdan beri zombi filmleri izliyorum, ilk Evil Dead'i izlemiştim" diye anlatıyor, Yıldırım'ın beş yaşındayken izlediği filmse, türün 'babası' George Romero'nun bir filmi... İkisi de "Artık Türkiye'de yapılsa bir zombi filmi" diye bekleyenlerden. "Bu haberi almak bile yeterince heyecan vericiydi. Dahil olunca çok daha zevkli oldu" diyorlar.
Gazi Üniversitesi'nde İngilizce öğretmenliği öğrencisi olÖnan Hüseyin Ataseven, Ankara'dan düşmüş yola. Setteki ikinci gecesi, "Makyajı çıkarmak çok zaman aldı, üstümüz başımız bayağı kirlendi ama çok eğlendik" diyor. 22 yaşındaki üniversite öğrencisi Koray Aydın ise Kocaeli'nden gelmiş. "Thriller'ı hatırlatıyor" o da, "Çok önemlidir oradaki zombiler benim için..." diyerekten... Biz konuşurken Dükkan-ül Hayal ekibi ana rollerdeki zombilerin ağır makyajlarına girişiyor. Volkan Sarıkaya'yla tanışıyorum, Marmara Üniversitesi'nde elektronik haberleşme bölümünde okuyor. "Zombi filmlerinin ahengi korku filminden çok farklı. En çok Resident Evil'ı seviyorum" diyor ve ekliyor: "Figüranlara da daha kapsamlı makyaj yapılacak diye düşünmüştüm ama sonra gördüm ki bu önemli değil. Önemli olan insanın kendini zombi hissetmesi..."
Henüz "Neden buradasınız?" soruma maruz kalmayan 'sivil' giyimli bir kaç kişi görüyorum, onlar 'kaçanlar' olmak üzere buradalar. Yeterli zombi popülasyonu sağlanınca, figüranların bir kısmına tekrar 'insan olma şansı' verilmiş mecburen. Ama kimse durumdan şikayetçi değil, 31 yaşındaki işletmeci Orkun Akdağ sakin bir şekilde başına gelecekleri bekliyor. (Gecenin ilerleyen saatlerinde aynı sebeplerle zombiliğe veda edip özüme dönen ben de kendisiyle birlikte aynı grupta tabana kuvvet kaçmaya başlayacağım...)
Bir köşede beklemekte olan Soner Adıgüzel, Arca Cepni ve Fırat Karahan'la konuşmaya başlıyorum. 28 yaşındaki Adıgüzel bir Starbucks mağaza yetkilisi. "Ben kaçanlardanım. İçinde olmak istedik projenin. Zombi filmi yapılmasının zamanı gelmişti" diyor. 20 yaşındaki Cepni ise Ankara'da bilgisayar mühendisliği eğitimi alıyor, "İlk olması çok önemli" diyor, kimya öğrencisi Karahan alıyor sözü: "Çok küçükken başladım korku filmi izlemeye... İnsan evrim geçirecekse daha üst bir zombi olabilir diye düşünüyorum."

Gece ilerlemiş, Büyükadalılar yataklarına çekilmiş... Zombilerin Ada'ya inme vakti gelmiş. Deneyimli oyuncu zombiler eşliğinde yürüyüş çalışmaları yapan figüran ekip minibüse doluşup adanın balık lokantalarının az ötesindeki meydanda yerlerini alıyor. 'Hareket' sesiyle, zombilerin ayak sesleri duyulmaya başlıyor, dikkat kesilen kulakların duyabileceği başka bir ses daha var; bir kıyıya ilişmiş seti izleyen ada gençlerinin çekirdek çıtırtıları... (B.Ç.)