24 Haziran 2009 Çarşamba

Mültecileri gördünüz mü?


20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'ydü. Hiç 'mülteci' gördünüz mü? Kardeşimin askerliğini yaparken, nezarete sık sık 'düşen' Bangladeşlileri, Pakistanlıları geri göndermek için ne tür yöntemler uygulandığını anlattığını hatırlıyorum. Bir de mültecileri göstermeye çalışan tonla film karesini... Bir vakittir arı gibi çalışan, şu paspas olmuş kelimeyle 'farkındalığı' arttırmaya çalışan bir grup insan var; iki yaka arasında en minik beldelerden başlayarak başkanından vatandaşına insanların eline, aklına bir şeyler tutuşturuyorlar. Koca bir yaşamı geride bırakıp, karşıya geçmek için herşeyini ortaya koymanın 'tiksindirici' değil, aslında ne kadar da insani bir durum olduğunu anlatmaya çalışıyorlar... Bakalım ne diyorlar?

*** bir vakitler yazılmışlardan geliyor:

'Hepimiz aynı 'kayiki'deyiz!'

Kayıklara binip giden, suyun yarısında boğulan, vurulan, kamplarda ömür tüketenler bizden değil diye onları görmeyecek miyiz? Mültecileri görmüyor muyuz? Yunan ve Türk kıyılarından bir grup insan gördü, başkalarına da göstermek için biraraya geldi.


"Kendi ülkelerindeki baskılardan, savaşlardan, hak ihlallerinden, açlıktan kaçan insanlar çok tehlikeli ve sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarlar. Bu insanlar güvenli olduğunu varsaydıkları coğrafyaya giden yolda ülkelerini, en sevdiklerini ve bütün ekonomik birikimlerini arkada bırakırlar; belleklerini, haklarını ve onurlarını değil. İltica suç değildir. Hepimiz aynı kayıktayız."
Bugünlerde bu metinle; 30 saniyelik bir videoda ya da iç açıcı görüntülerle oluşturulmuş kartların üzerinde karşılaşabilirsiniz. Kartların üzerindeki fotoğraflardan bahsedelim önce; kırmızı bir kayık, Ege mezelerini çağrıştıran mavi bir masa ve ahşap iskemleler, fonda pırıl pırıl bir deniz. Masmavi dalgalar, bulutların hayranlık uyandıran pozları. Güneşin ışıklarını sızdırdığı bir orman kuytusu... Şüphesiz, Ege'desiniz! Bir kitabevinde görüp "A ne hoş fotoğraf" diye almak isteyeceğiniz türden sempatik, yaz havası estiren kartlar...

Üzerindeki metni okuyalım şimdi de, "Mültecileri görüyor musunuz? Onlar buradalar" diyor, sekiz ayrı dilde dizilmiş harfler. Az önce o mavi iskemlenin kıyısından geçti, ormanın içinde saklandı, birazdan şu kırmızı kayıktan daha az derme çatma olmayan bir başkasına, diğerleriyle doluşup, ufuktaki adaya ulaşmaya çalışacak. Kayık batmaz, batırılmaz, yakalanmazlarsa karaya ayak bastıklarında herşeylerini geride bırakıp çıktıkları yolculuğun bir aşamasını daha tamamlamış olacaklar. Başardılarsa, bu sefer diğer müreffeh ülkelere doğru uzanacaklar. Başaramazlarsa, akşam haberlerinde nasıl olsa duyarız...
Daha iyi bir yaşam için yollara, denizlere dökülen mültecilerin gerçek sayısının, haberlerde duyduğumuzdan çok daha fazla olduğu su götürmez bir gerçek. Ege'nin 'Ölüm Denizi' olmasını, sonu belirsiz yolun yolcularının 'suçlu' damgası yemesini, sonunda da yitip gitmelerini içleri kaldırmayan Türkiyeli ve Yunan bir grup akademisyen, öğrenci, gönüllü, belgeselci, fotoğrafçı ve mülteci örgütleri, Türkiye-Yunanistan suları arasında daha fazla mülteci ölümü olmaması için bir kampanya başlattı. Kelimenin iki ülke dilindeki ortaklaşmasından ve kıyıya vuran cesetleri yola çıkaran vasıta olmasında da hareketle kendilerine 'kayiki' (kayık) adını veren grup, çalışmalarını imece usülüyle yürütüyor. Grupta Türkiye, Yunanistan, İtalya, Avusturya, Almanya, İspanya, USA, Fransa, İngiltere’den gönüllü, eğitici, sanatçı ve sivil toplum kuruluşu çalışanları, destekçileri arasında da Güre Belediyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi gibi kurumlar var.
Kampanyanın videolarını hazırlayan İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ethem Özgüven, Türkiye'den gönüllülerle, ekibin Yunan kanadının Sakız adasında (Chios Adası) buluşmasının üstüne, projenin ete kemiğe büründüğünü anlatıyor: "Mülteciler en çok Altınoluk, Behramkale, Foça ve Güre'den geçmeye çalışıyor, filmlerin ve kartpostalların ham malzemesini orada oluşturalım istedik. Kampanya, Ege ve Akdeniz’in ölüm denizi olmaması temelinden yola çıkıyor. Bir o kadar insan da boğuluyor, yaralanıyor veya insan tacirlerince dövülüyor, tecavüze uğruyor, parası alınıyor. Karşıya geçince de onları bir başka trajedi bekliyor. Bilgi Üniversitesi’nden Osman Umuroğlu kameraları ve bütün çekim-kurgu ekipmanını getirdi, Çanakkale’den fotoğraf hocası Aykan Özener ve öğrencisi Onur Özen geldi. Midilli’den Yunanlılar geldi, videoları ve fotoğrafları çektik. Can Aydın, Ömer Öztürk ve Selçuk Erzurumlu ile videoları kurguladık. Kartpostalları Süleyman ve Hakan Yılmaz adlı yetenekli ikizler tasarladı. ‘Mültecileri görüyor musunuz?’ metnini Petra Holzer düşündü ve metni Elif Selen Ay’ın düzeltmeleriyle son haline getirdik. İstedik ki çok güzel görüntüler olsun, bunları turistik dükkanlara koyalım. İnsanlar karta uzanınca yakalanmış olsun. Hemen sandalyenin arkasında, kumsalın orada mülteci var çünkü. O tarlanın orasından mülteciler geçiyor."
Kayiki'nin Yunanistan ayağından, belgeselci Efi Latsoudi ve Stelios Kraounakis, Midilli adasında yaşıyor ve mültecilere destek veren Prosfygni adlı grubun üyesi. Latsoudi, Midilli'ye günde ortalama yüz mültecinin çıkmaya çalıştığını söyleyerek, Kayiki'nin amaçlarından bahsediyor: "Adanın yerlileri olarak, insanların denizimizde boğulup ölmesini ve haberlerde, hiç bir reaksiyon yaratmayan ölü sayılarını duymak istemiyoruz. Ölümlerin engellenmesinin ancak iki ülkenin ortaklaşa çalışmasıyla mümkün olur. Kayiki'nin de anlamı burada yatıyor. 2008'de Midilli'ye 12 binden fazla mülteci geldi. Amacımız Türkiye'deki sivil toplum kuruluşları ve mültecileri destekleyen insanlarla yakınlaşıp birlikte çalışmaktı. Umarız her iki yakada insanların mülteciler konusunda duyarlılığını arttırabiliriz. Mülteciler denizde ölüyor, kamplarda çok kötü koşullarda yaşıyor ve toplum, bu sanki olması gereken bir durummuş gibi davranıyor, tepki vermiyor. Daha bilgili bir toplumun, mültecilerin yaşamına saygı duyacağına ve yetkililerden bu insanların haklarına saygı duyulmasını talep edeceğine inanıyoruz."

Kayiki'nin 'Mültecileri gördünüz mü?' videosu 'www.kayiki.net' adresinden izlenebilir. Ethem Özgüven, görüntüleriyle anlatmaya çalıştığını, biraz daha basitleştirerek tekrarlıyor: "İnsanlara sadece şunu söylemek istiyorum, bir gece bir bankta yatsınlar. Sadece bir gece! Ya da yatak odasında değil de, halının üstünde yatsınlar, bütün o mülteci olayını ve sürecini hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlarlar. 50, 60 yaşında, 20 yaşında, 30 yaşında insanların, evlerini, her şeylerini bırakıp büyük mahrumiyetlerle, sonu belli olmayan bir yola çıkışlarını kavramaya çalışırsan, orada ne olduğunu anlarsın." /B.Ç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder