18 Haziran 2009 Perşembe

İzlemek gerek! İki dil, bir bavul




bir arkadaşım söyledi de haberdar oldum ilk. geçen aralıktı. "Ankaralı iki genç sinemacı" dedi. "Amsterdam'da çok önemli bir belgesel festivaline katılacaklar. Bir izle" dedi. Aldım cd'yi, daha vakit vardı. Festivale yani. Haber, festival günleri yapılsa olurdu. Bir hafta çantamda gitti geldi film, yumurta kapıya dayandığında gecenin köründe kucağımdaki laptop'ta başladım izlemeye. gözlerimin içini güldürdüler, 'of' çektirdiler, 'işte bu' dedirttiler...
'iki dil bir bavul' adı. Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın, Ankaralı iki genç sinemacının gözlerine, gördüklerini hiç dolandırmadan, hiç bağırmadan, en 'anlamak istemeyenin' bile 'bi duraklayacağı' şekilde anlatmalarına bir de 'Zülküf'e (fotoğrafta!) bayıldım.

Adana'daydılar geçen hafta, izleyen hemen herkesin yakıştırdığı gibi, Yılmaz Güney Ödülü'nü aldılar, bir de SİYAD'ı. Şimdi vizyon için gün sayıyor olsa gerek, bir kere de perdeden izlemek için ben de... filmin söyledikleri üzerine, ilk keşfin ardından yazdıklarım aşağıda...


Herkesin bildiği, kimsenin söylemediği
Genç bir öğretmen Kürt meselesiyle, Türkçe bilmeyen öğrenciler vesilesiyle baş başa kalırsa ne yapar? Bir sınıfa kaç dil sığar? ‘İki Dil Bir Bavul’, dillendirilmeyene dokunuyor


Her sene binlerce öğretmen adayı mezun oluyor, titrek ellerle çekilen kuraların bir kısmı doğuyu işaret ediyor. Doldurulan bavullar, kuvvetle muhtemel, sahiplerinin de kendilerinin de daha önce yollarının düşmediği topraklara yol alıyor. Ve taze öğretmen, bir sınıf dolusu öğrenciyle birlikte, memleketin en kılçıklı meselesiyle yüz yüze kalıyor...

Ana dilleri Kürtçe olan yedi, sekiz yaşlarındaki öğrenciler, sabahları Türkçe ‘Andımız’ı okumaya, ‘Ali topu tut’u yazıp okumayı birkaç ay içinde öğrenmeye ne kadar hazırdır? 20’lerinin başındaki bir öğretmen, söylediklerinden tek kelime anlamayan, üstelik onların söylediklerini de kendisinin anlamadığı ufaklıklarla nasıl bir ilişki kurar? Üzerine birkaç aklıselim cümle kurmaya kalkışanın dahi boğazına takılan mevzuya, iki genç belgesel yönetmeni, Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, en ateşli karşı taraftarın bile kolay ses edemeyeceği bir üslupla; doğallığı ve çocukların sempatikliğiyle izleyeni sarıp sarmalayan 80 dakikalık bir belgeselle el atmış. ‘İki Dil Bir Bavul’ ya da ‘On the Way to School’, tam da öğretmen hikâyelerinin gazetelerin birinci sayfalarına yerleştiği içinde bulunduğumuz haftada, dünyanın en mühim belgesel festivallerinden birinde boy gösteriyor.

30 Kasım’a kadar sürecek olan 21. Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde (IDFA), son 17 film arasına kalan İki Dil Bir Bavul’un, dört gösterimi yapılacak. IDFA’daki dünya galasında, uzun metrajlı belgesellerin katıldığı ‘Joris Ivens’ ve ‘Seyirci Ödülü’ için yarışacak. Emre öğretmenin hikâyesi...


Adından anlaşılacağı ve bir tutam da ilk paragrafın özetlediği üzere, doğuda bir köye atanan yeni mezun bir öğretmenin hikâyesini anlatıyor, ‘İki Dil Bir Bavul.’ Ekip, Denizlili öğretmen Emre Aydın’ın, Urfa’nın Siverek ilçesinin Demirci Köyü’ne atandıktan sonra, köydeki bir öğretim yılını, yaşadıklarını, hissettiklerini, çocukların kendilerine özgü dünyalarını; okulun başladığı ilk gününden son güne dek süren çekimleriyle anlatıyor. Emre Aydın, köyün gerçek öğretmeni.


Eskiköy ve Doğan, ‘Kürt sorunu’ diye tanımlanan konunun nerede başladığını, bir öğretmenin ilk kez tanıştığı Kürt kültürüyle kurduğu ilişkiyi de göz önüne alarak göstermek amacıyla yola çıkmaya karar verdiklerinden itibaren, uygun bir köy ve öğretmen bulmak için binlerce kilometre yol yaptıktan, iki köyden elleri boş döndükten sonra, Aydın ile tesadüfen tanışmış: “Öncelikli amacımız yeni atanan bir öğretmen bulmak olduğu için 2007 yılında Urfa’nın ilçelerinde yeni atananları beklemeye başladık. Emre, öğretmenevinde mutsuz bir şekilde oturuyordu. Çok iyi puan aldığı halde tercih etmediği bir yere atanmıştı.”

İkisi de Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu olan Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, Aydın’ın ve köylülerin de olurunu alarak, ‘İki kültürün 30 metrekarede birbiriyle iletişim kuracağını’ gösterecekleri belgeselleri için işe koyulmuş. “Diğer insanları ve hayatları anlamaya yardımcı olmak için, küçük hikâyelerden yola çıkarak, evrensel konuları ele alan filmler yapıyoruz” diye özetliyorlar meramlarını.

Filmi izledikten sonra, Eskiköy ve Doğan’ın yakaladıkları doğallığın sırrını merak ediyoruz: “Kimseye bir şey sormadık. Kaydedildiklerini biliyorlardı, bizden bir zarar gelmeyeceğini de anladılar. Karşılıklı iyi niyetle yakalanmış bir doğallık ve gerçeklik var filmde. Dil sorunun herkes farkında. Köylüler de, öğretmenler de, çocuklar da. Herkes kabullenmiş durumda. Çözüm, çocukların Türkçe’yi ilkokulu bitirmeden öğrenecekleri yolunda. Ülkenin batısındaki bir okulda, bir çocuk en çok dört ayda okumayı yazmayı söker, temel matematik işlemlerini, hayat bilgisi derslerini görürken Kürt çocuklar bir senelerini sadece okuma ve yazmaya ayırdılar. Bunlardan ancak birkaç tanesi gördüğünü okuyabildi. Tabii, anlamını bilmeden.” /B.Ç. - Aralık '08

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder