17 Haziran 2009 Çarşamba

'bu kadın benim kahramanım!' serisi, numero 2: Prof. Dr. Türkel Minibaş - Bizim Türkel hocamız...


ardından dizilmiş en güzel sözcükler, canımın içi cemran'ım yazdı...


Sahnemizin Kraliçesi’ne…


Güneşli, parlak bir şubat soğuğunda gitmeni nasıl yakıştıramadıysa kimse sana; hırçın, lodoslu bir Cunda öğlenini de öylece yağmurla seyrederek durduk başucunda. Şaşkın, inanmamaya hevesli... Öğrencilerin, sevdiklerin, dostların, ailen, tanıdıkların ve tanımadıklarınla iliklerimize kadar ıslandık ama bırakıp gidemedik seni. Ardında her birimizde öylesine ağır bir vefa bıraktın ki inan ne hissedeceğini bilemiyor insan. Emeğin gücünün bu kadar ağır gelmesi ve seni tanımanın şansının bu kadar coşku verici olması…bu iki duygu öylesine baskın ki. Biri diğerinin gücünü dengeliyor. Sana yakışırdı böylesi duygu coşkunluğu. Ne kadar hüzünlü ve acı yüklüyse bir o kadar umutlu. Sevgili Hocamız, acı büyütüyormuş insanı. Giderayak senden aldığımız en büyük ders bu oldu herhalde. Seni kaybetmenin ardından duygularımızı tarttığımızda en baskını “gurur” duymak. İktisat Fakültesi’ni en anlamlı kılan bodrum katındaki İktisat Sahnesi’ne tesadüfen adım atan her birimiz için tanışma toplantısında tek kaşını kaldırarak konuşan gri-mavi gözlerini koca koca açan ve kocaman gülümsemesiyle farklı bir kadını tanımak oldu. İçinde öğrencilik yıllarından kalan tutkuyla İktisat Fakültesi’nde bir tiyatro kulübünün kurulmasına yol açtın. Ardımızda dört yılı bırakıp sadece dümdüz bir öğrenci olarak ayrılmadıysak o okuldan bunda katkın büyüktür. Sahneye koyduğumuz oyunun masa başı tartışmalarından, ilk genel provada heyecanına; acımasızca eleştirilerinden kostüm olarak gardırobundan seçip getirdiğin elbiselerine o tiyatro kulübünün en eski emekçisi oldun. Tiyatro kulübünden mezun üç beş kişiyken Cemiyet’in bünyesinde KATİT (Karıncalar Tiyatro Topluluğu) olarak varlık göstermeye başladığımızda artık daha çok yanımızdaydın. Bu sefer sadece danışmanlığınla değil bilge dostluğunla yaşamımızın vazgeçilmeziydin. Yıllar geçiyor biz büyüyor, şahitliğinle evleniyor kendi yuvalarımızı kuruyorduk.Başka hocalara hiç benzemeyen Türkel hocamız…O bodrum katını anlamlandıran buranın ne kadar özel bir yer olduğunu kulaklarımıza kazımandı. Seninle gurur duyuyoruz hocam, Üç gün öncesine kadar gazetedeki yazını okumuş olmaktan, seni son dakikaya kadar her defasında makyajlı, özenli, renkli görmekten. Kemoterapi seanslarının ertesi günü okul yolunu tutmandan. Öğrencilerinin tezlerini ağrılarına, duyduğun dinmez acılara rağmen defalarca okumandan. Üzerine notlar alıp bizi acımasızca eleştirmenden. O gülümsemenin yüzünden hiç eksik olmamasından. Ziyaretine gelen herkese “beni çok mutlu ettiniz” deme inceliğinden. Onların gönlünü giderayak hoş tutmandan. Evinde bize yaptığın yemeklerden, dostluğundan, öğütlerinden, hangi siyasetten olursa olsun öğrencilerinin yanında olmandan, her zaman muhalif olmandan, kırmızı şallarından, tiyatro sevdandan ve danışmanlığından. Sıkıcı iktisat konularını bile hayatla, edebiyatla somutlaştırmandan…Biz seni tanımış olmaktan, öğrencin olmaktan çok gurur duyuyoruz hocam.Şimdi bir yanımızı eksik bırakılmış hissediyoruz. Susam sokaktan geçerken camını tıklatacağız, sen evde yokken küçük hediyeler bırakacağız kapına. Her genel provada Türkel hocaya ne zaman oynasak diye tartışacağız. Okuma grubumuzun notlarını seninle paylaşacağız. Filmleri, izlediğimiz oyunları sana anlatacağız. Romanları, en çok da şiirleri sana okuyacağız…ama tüm bunlar için Cunda’ya düşecek artık yolumuz. / Cemran Anıl Öder, 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder